cahityavuz @ gmail.com

Norveç'in önemli yazarlarından biri olan Dag Solstad tarafından kaleme alınan bir kitaptır Mahcubiyet ve Haysiyet... Okumanızı tavsiye ederim. Sıradan bir öğretmenin, derse son derece ilgisiz olan öğrencilerden rahatsızlık duyup durması ve şöyle bir geriye dönüp zaman zaman hepimizin yaptığı gibi, yaşamsal sürecini gözden geçirmesini anlatır. "Nerede hata yaptım" arayışı.

Olimpiyatlar bitince oturup bi düşündüm. "Nerede hata yapıyoruz" diye, kabahat aramanın ötesindeydi halim... Sonunda mahcubiyet duygum ve haysiyetimi sorguladığımı hissettim. 85 Milyon Türk vatandaşından bir Olimpiyat Şampiyonu çıkaramamanın mahcubiyeti, en ağrıma giden halim idi.
 
 Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi "Dünya spor hayatı, spor gayesi çok önemlidir. Bu kadar önemli olan spor hayatı bizim için daha da önemlidir" Evet "Spor" bizim için diğer ülkelerden daha önemlidir. Sporla tanıyor dünya insanı bizi. Bugüne kadar iyi  güreşen, mücadele eden insan topluluğu olarak kendimizi anlatabildik. Şaka değil 15 yıl uluslararası tenis organizasyonu yaparken, bundan farklı çok yeteğimiz var-ı anlatmaya çalıştık.  Oysa bizim bir çok ülke vatandaşından çok daha fazla meziyetimiz var. Bu yetenek ve becerilerimizi sadece bir kaç branşta gösteriyor olmak, bizim gibi kadim bir ülkeye yakışmıyor. Kaldı ki bu yıl onu da başaramadık.
 
Allah’tan  binlerce yıllık bir "Türk" karizmamız var da Yusuf Dikeç ile onu takdim edebildik dünya insanına. Avrupa Futbol Şampiyonası sürecinde, Alman caddelerinde cirit atan Türk bayrakları bu kez sandıklardan çıkamadı. Bu bizim adımıza bir mahcubiyettir. 
 
Diğer yandan, Kadın Voleybol Takımımızın madalyasız dönmesi ise tam anlamıyla bir haysiyet mücadelesi şekline dönüşmüştü. Olimpiyata hazırlanırken hangi süreçten geçtiğimizi, takım kaptanımız Eda Erdem ağzından kaçırıverdi. "Bir arada çalışamadık" demesi; bir türlü o anlam veremediğimiz, yaşanan olağanüstü sakatlıklar serisi ile takıma musallat olan salgın hasta halimizi özetler nitelikteydi. 
 
Takımın antrenörü Daniele Santarelli'nin "Ligi seyretmedim" demesi ile başlayan ve hazırlık maçı yapmadan Olimpiyata giden bir gariplilkler serisi. Dahası, sakat oyuncuları kıta kıta zorlu turnuvalara, bavul gibi taşıyarak tedavilerini yaptırmaması veya eksik bırakması, akıl tutulması idi. Nitekim bu durum Paris'te bizi; neredeyse takımda sağlam adam bulamayacak hale getirdi. Aynı Santarelli'nin elde süpürge ile evi temizleyen reklam adamı halinden hiç söz etmiyorum. Onu karikatür sanatçısı dostum, Öznur Kalender'e havale ediyorum.   
 
Voleybol Federasyonunu çok başarılı bulmuyorum. Ama Tenis Federasyonu'nun yaptıklarını, yapamadıklarını  görünce, başarısız da bulmuyorum. Hatta iyi bir yönetim diyebilirim. Ama iyi olmak Olimpiyat madalyası almaya yetmiyor. Oysa elinde bu madalyayı alabilecek yetenekte çok iyi bir takım var. Bu takımı, son derece düşük profilli mevcut menejer yerine, daha iyi bir menajer ile yönetebilirdi. (Daha iyisi oldugu halde, Violet Kostanda Duka'yı kastetmiyorum) 
 
 Başta dedim. Kabahatli aramıyorum.  Nedeni çok basit. Çünkü, kabahat bende, sende, bizde. Liyakat sahibi insanları seçmez isek, başımıza gelenlerden başkalarını sorumlu tutamayız. Bu ülkenin vatandaşı, bu ülkeyi yönetenlerden çok daha liyakatli. Peki biz neden liyakatsiz insanları işin başına getiriyoruz? Burada bir miktar "Haysiyet" duygumuzu sorgulamamız gerektiğini hissediyorum. Haysiyetin son durağı belli, İstifa mekanizması. Spor Bakanı eski dostum, şimdinin telefona cevap alamadığım Osman Aşkın Bak beyefendinin reaksiyonunu bekliyorum. Acaba hangi Federasyon başkanlarına haysiyet adına hesap soracak?