ercanguven @ milliyet.com.tr

Derbiden önce Fenerbahçe’nin de en az Galatasaray kadar şansı olduğunu iddia eden biri olarak gerekçelerimden en önemlisi iki takım arasındaki fizik farktı.
Yoksa geçmiş on hafta Fenerbahçeli futbolcuları da o hale getirmiş olmalıydı ki, onlardan ekstra motivasyon falan beklemiyordum.

Zaten ne kulübede onları ateşleyecek biri vardı, ne de sahada gerçek Fenerbahçeli!.. Nereden bilsinler Galatasaray derbisinin özelliğini.
Neyse ki, otobüste yanlarında oturan, soyunma odasına kadar refakat eden Ali Koç bu açığı kapatmaya çalışmış ve belli ki başarmıştı maçtan önce.
Ali Koç çalışıyor, Comolli maaş alıyor yani.
Neyse... Cocu gidince şansın yüzüne güldüğünü düşünen Koeman, Galatasaray’ın sakat ve eksiklerini de hesaplayıp Fenerbahçe’yi Arena’da kazanmaya oynayacak bir stratejiyle sahaya sürdü.
Resmen hücum oynamak istiyordu ama evdeki hesap Arena’ya uymadı.
Henüz takımlar ısınırken Galatasaray’ın sakatlarına Eren de eklenip yerini Sinan’a bırakmasına karşın, Galatasaray ofansif Fenerbahçe takımını aldı, kendi yarı alanına hapsetti.
Nasıl mı?..
Birincisi pasla, ikincisi Belhanda-Linnes ikilisiyle.
Tam anlamıyla iplere yaslanmış savunma yapan bir Fenerbahçe vardı sahada.
Maçın ilk yarısında pas sayısı Fenerbahçe’nin iki katından fazla olan Galatasaray baskı yaptıkça Fenerbahçe’nin gol atmak için  
Tek şansı kalıyordu; kontratak...
Ancak yirmi kişinin sıkıştığı Fenerbahçe sahasından pasla çıkmak imkansızdı. Uzun paslara ihtiyaç vardı. Ama o toplara koşacak ve sürecek adamlar değildi ne Ayew ne Valbuena.
Hele Frey hiç değildi.  
Fenerbahçe savunma yaptı ama duran toplarda ne yapacağını bilemedi bir türlü. İki duran toptan biri gol oldu ilk yarı, diğeri kale direğinin dibinden döndü.
Galatasaray özellikle sağ kanatta o kadar üstündü ki, şaşılacak şey Fenerbahçe’nin soyunma odasına nasıl olup da tek farkla gittiğiydi. Rahatlıkla üç farklı bitebilirdi ilk 45 dakika.
İkinci yarı, Koeman tıpkı Cocu gibi maç içinde takımı yavaş yavaş düzeltmeye çalıştı ve kafasındaki şablon için asıl gereken futbolculardan Alper’i (diğeri de Barış olmalıydı) Benzia’nın yerine soktu.
Seyirciyi de arkasına almış Galatasaray için önce değişen bir şey olmadı; 50. dakikada Linnes skoru ikiledi.
Artık Fenerbahçe’nin tek ümidi maçın sonlarına doğru Galatasaray’ın düşmesi, üstün olan kendi fizik gücünün devreye girmesiydi.
Tabi bir de üstün olan Fenerbahçe yedek kulübesinin farkı...
Bekledikleri gibi de oldu. Galatasaray’ın baskısı zayıfladıkça önce Eljif’e oyun alanı açıldı. Sonra Alper’in hızı Galatasaray’ın zaaflarını iyice ortaya çıkardı. Isla ve Hasan Ali de kanatları çalıştırıp oyunun içine girince Fenerbahçe maçın son üçte birlik süresinde baskın taraf haline geldi.   
66’da VAR desteği ile penaltı ve Valbuena’nın golüyle durum 2-1 olduğunda Fenerbahçe oyuna geri döndü
Ardından Jailson’un golüyle ortak oldu.
Fatih Terim Rodrigues ile Selçuk’u değiştirip sönmüş Galatasaray orta sahasını alevlendirmeye çalışırken Valbuena’nın pili bitti ve yerini Soldado’ya bıraktı. İşe yarayan değişiklik Koeman’ınkiydi.
Maçın son on dakikası Galatasaray’ın dibi, Fenerbahçe’nin ışığı gördüğü süreçti. Üst üste goller kaçırdı Fenerbahçe. Özgüveni zirve yaptı ki, bundan sonraki haftalar için Fenerbahçe’ye Galatasaray galibiyetinden daha gerekliydi.
Hocasız, moralsiz, düşme hattı sınırındaki Fenerbahçe’yi elinden kaçıran Terim ve talebeleri sorgulanacaktır artık. Maç sonunda meydana gelen ve skora zerre kadar etkisi olmayan saha içinde her iki takım futbolcularının birbirine girmesi, derbinin tek utancıydı.

milliyet